Gidelim mi, Kalalım mı?
Khora Yayınları, Cumartesi ve Pazar akşamı düzenlediği kapanış etkinlikleriyle, kendine yakışır, tadı damakta kalan bir veda ile çalışmalarına bir süre ara vereceğini duyurdu. Bu vedadan etkilenmemek mümkün değildi. Özellikle “Kıbrıslı Türklerin Varoluş Mücadelesinde Fikirsel Üretimin Yeri” konulu son panel, beni derinden etkiledi.

Khora Yayınları, Cumartesi ve Pazar akşamı düzenlediği kapanış etkinlikleriyle, kendine yakışır, tadı damakta kalan bir veda ile çalışmalarına bir süre ara vereceğini duyurdu. Bu vedadan etkilenmemek mümkün değildi. Özellikle “Kıbrıslı Türklerin Varoluş Mücadelesinde Fikirsel Üretimin Yeri” konulu son panel, beni derinden etkiledi.
Panel konuşmacılarının değindiği konular öyle güçlüydü ki, sevgili Nazen Şensal’ın da söylediği gibi, buna “atmosfer bile dayanamadı.” Aniden ortaya çıkan şiddetli rüzgâr, bütün dinleyicileri önüne katarak bizleri adeta tarihsel bir yolculuğa çıkardı ve beni de kendime getirdi.
Panelde (alfabetik sırayla) mikrofonun ilk uzatıldığı isim olan Dr. Bülent Dizdarlı, başımıza gelecekleri biliyormuşçasına, duayen isimlere hürmetle sözü uzatmadan mikrofonu Sayın Mete Hatay’a devretti. Araştırmacı yazar Mete Hatay, ada halkının geçmişten bugüne gerçekleştirdiği tarihsel yolculuğu özetledi ve Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan herkesin zihninde yankılanan ortak soruyu açıkça dile getirdi:
“Gidelim mi, kalalım mı?”
Olabildiğince geniş bir bakış açısı yakalayabilmek için sırtımı Kızılbaş Kilisesi’nin tarihi duvarına yaslamış, karşıma aldığım kuvvetle muhtemel tamamı Kıbrıslı Türk olan bu kalabalığın, kendini ifade edişini izliyor, dinliyordum. Tam da bu esnada öğrendim ki meğer bu kalabalık da yüzyıllardır kendisine aynı soruyu soruyormuş.
Tıpkı benim…
Oyuncu, yönetmen ve yazar Sayın Yaşar Ersoy’un da ada halkının tarihsel mücadelesini özetleyen müthiş konuşmasında değindiği “farklı kimliklerden oluşan ve bugün Kıbrıs’ta yaşayan” bizler gibi…
“Gidelim mi, kalalım mı?”
Hemen her konuda kendini öne atan, olayları kendi lehine çeviren, çıkarlarına göre hareket eden ve bu toprakları sahiplenmiş her zihniyete inat; bu güzel panelin atmosferini zenginleştirmek adına sizi kendi bakış açıma, belki de başka bir gerçekliğe çekmek istiyorum…
Dün gece, kendini “Kıbrıslı Türkler” olarak tanımlayan; bu tanımın dışında kalanları ise genellikle “Türkiye kökenli Kıbrıslı Türkler” olarak gruplandıran bakış açısının bugün ki şartlarda iki boyutlu kaldığını fark ettim. Bu durum bana çocukluğumdaki Fen Bilgisi derslerini hatırlattı…
Bize hep Dünya’nın kendi ekseni etrafında döndüğü ve aynı zamanda Güneş’in etrafında dolaştığı anlatılırdı. Oysa zamanla öğrendik ki bu bilgi, tek başına eksikti. Çünkü peşine takıldığımız Güneş aslında yerinde durmuyordu. Aslında Samanyolu Galaksisi içinde ve spiral bir yörüngede, dakikada yaklaşık 13.000 kilometre hızla galaksi merkezi etrafında dönüyor; biz de, tıpkı diğer gezegenler gibi, bu hareketin bir parçası olarak peşinden sürüklüyordu. Yani hiçbir şey sabit değildi!
Tıpkı Kıbrıs’ın Kuzeyinde yaşayan toplumun sürekli değişen yapısı gibi…
Asimilasyon, göç ve nüfus kaybı süreçleri, Kıbrıslı Türk toplumunun sayısal olarak daralmasına neden olurken; konut politikaları ve iş gücü temelli dış kaynaklı nüfus hareketliliği, yerli yapının kültürel bütünlüğünü karmaşıklaştıran önemli bir etken hâline geldi. Bunun sonucunda, genellikle “Türkiye kökenliler” başlığı altında ezberlenen tanımların ötesinde, farklı birçok kimlik de topluma eklendi. Ancak bu çeşitlilik, kimi zaman yerli halkın sınırlarını koruma kaygısıyla, toplumsal yapıya sağlıklı biçimde entegre edilemedi. Bu da kimlik çatışmalarını tetikledi ve beraberinde siyasal ayrışmaları doğurdu. Ortaya çıkan siyasal kollar, ortak zemini güçlendirmek yerine kendi varlıklarını korumaya yöneldi; farklılıkları ise birleştirici değil, ayrıştırıcı bir araç olarak kullanarak toplumun genelinde ciddi bir güç kaybına neden oldu.
Şimdi bu farkındalıkla ortak sorumuzu bir kez daha soralım:
Gidelim mi, kalalım mı?
Gideceksek mesele yok.
Ama kalacaksak, sahip olduğumuz bu çeşitliliği tüm boyutlarıyla ve daha fazla gecikmeden kabullenmeli; topluluğumuzun içerdiği farklılıkları yansıtan ortak bir isim bulmalı ya da en yalın hâliyle, zaten var olan “Kuzey Kıbrıs halkı” ifadesini benimsemeliyiz.
Bu doğrultuda yaşamalı ve tercihlerimizi de bu bütünlüğü koruyacak şekilde yapmalıyız.
Şartlar ne olursa olsun, elimizde kalan bu ortak bütünlüğü birlikte savunmalı, birlikte yaşatmalıyız.
What's Your Reaction?






