"Artık sevişebilir miydik?"
Tarihin en büyük savaşlarından birine şahitlik etmişti gözleri. Yaşamının yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca yıl içerisinden tam da bu zamana denk gelmesi, büyük talihsizlikti... Savaş çok kanlıydı, kıyımdı adeta…

Tarihin en büyük savaşlarından birine şahitlik etmişti gözleri. Yaşamının yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca yıl içerisinden tam da bu zamana denk gelmesi, büyük talihsizlikti...
Savaş çok kanlıydı, kıyımdı adeta… Günahsız onca insan, acımasızca katledilmişti.
Sadece ölümlere neden olmamıştı bu savaş Hayatta kalabilenler için yeni bir yaşam biçimi de getirmişti beraberinde.
Ürkek ve korkak… Sinmişti halk, ama suçlanamazlardı.
Onca yıl düşmanın ele geçirdiği, zapt ettiği bu topraklarda hayatta kalmak
Başka türlü nasıl mümkün olabilirdi?
Kaçabilme gücü olan kim varsa vakitlice terk etmişti o toprakları.
Kalanlar ise onlardan, yapabileceklerinden ürküyor, korkuyorlardı…
Bir keresinde sığındıkları ormanın içinde, burun buruna gelmişlerdi düşmanla.
Göğüs göğse haftalarca süren bir direniş yaşanmıştı.
Silahları yoktu… Bu yüzden çok kayıp vermişlerdi.
Şüphesiz, canını en çok acıtan kayıplardan biri; günahsız yere kaybettiği küçük bebeğiydi.
O gece hiç unutmam, çok karanlık bir geceydi…
Ormanın derinlerine sığınmış soğukla, karanlıkla ve açlıkla mücadele ediyorduk.
Sessizliği bozan tek şey bebeğinin hiç durmayan, çığlık çığlığa dalgalanan ağlama sesiydi.
Bu ses hepimizi ürkütüyordu, dinleyen duyan bir asker olsaydı yerimizi bulması çok kolay olacaktı.
Zaman hızla akıyordu, derken kesildi ses, büyük bir sessizliğe gömüldük bir anda.
Sanki beyaz bir güvercin yükseldi göğe usul usul…
Ayın ışığı ile parlayan kurşuni kanatları gerilerek çırpınırdı gözlerimizin önünde.
İyilik, güzellik ve umut o gece, tıpkı o bebek gibi güvercin olup ardına bakmadan terk etti bizi…
Aynı günün sabahı gözlerimiz bebeği aradı her yerde ama yoktu.
Annesinin kederden kararmış yüzü donuktu.
Hiçbirimiz sormaya cesaret edemedik.
Alacağımız cevapla da yüzleşemezdik.
Bebeğin açlıktan öldüğünü söyleyenler oldu.
O gece umudumuz mu bizi terk etti yoksa biz mi umudumuzu kendi ellerimizle yok ettik?
Bilmiyoruz…
Bahar gelmek bilmiyordu.
Bir karar verdik.
Küçük gruplar halinde sürülüp sığındığımız ormandan, şehirlere inecek
Aralarına karışmayı deneyecektik.
Aynı dili konuşuyorduk ama birbirimize pek benzemiyorduk, farklıydık…
Öyle söylemişlerdi bize…
Onlar gibi davranmaya, düşünmeye ve konuşmaya çalışıyorduk.
Kendi gibi olamamak çok zordu.
Gurur kırıcıydı, ölüm gibiydi adeta ama bunu yapmak zorundaydık.
Başka türlü yaşayamazdık.
Sonunda oldu…
Küçük gruplar halinde belki ama nihayetinde döndük şehirlerimize
Yavaş yavaş…
Zaman aldı.
Çok zaman…
Uzun yıllar sabırla bekledikten sonra nihayet kendi topraklarımızdaydık!
Savaş henüz bitmemişti ama belli ki artık eskisi gibi güçlü değillerdi.
Sayımız her geçen gün artıyordu, tıpkı eskiden olduğu gibi
Birleşiyor güçleniyorduk…
Bir devir kapanıyordu nihayet!
İyilikler, güzellikler ve umut…
Yeniden bulmalıydı bizi.
Karanlıkta geçen onca yıldan sonra, gözlerimizin ışığa alışması kolay olacak mıydı?
Emin değildik.
Ama korkularımız…
Cehennem ateşinden çıktığımızın kanıtı; üzerimize sinmiş bir is kokusu gibi takip ediyordu bizi…
İlk iş soyunmak ve nehre atlamak
O tiksindirici kokudan kurtulmak istedik.
Sarılmak istedik mesela, en basitinden…
Mutluluğumuzu, zaferimizi paylaşmak için…
Fakat onca yıl verdiğimiz yaşam mücadelesi içerisinde, birbirimizden bile kaçarken
Hala emin değildik…
Yeni umutlar için, iyi ve güzel olan her şey için
Yeni mücadeleler, çok daha güçlü direnişler için
Yaşadığımız onca acıya rağmen...
Artık sevişebilir miydik?
NOT: (1 Nisan 2024 yılında Haber Kıbrıs’ta yayınlanan yazının ardından hiçbir şeyin değişmediğini görmek acı verici)
What's Your Reaction?






