Söylenme, değiştirmek için bir şey yap!
Bir şeyler deniyorum ama bir türlü yazı çıkmıyor. Bir meşe ağacına bakarak ne yazsam, bu hafta ne söylesem, sözüm ne konuşsa diye düşünüyorum. Belki yarım asırlık bir meşe ağacı... Gövdesi kocaman, kökleri bütün ormanı dolaşıyor. Gölgesinde insanlar oturmakta. Ağaçla aşk yaşıyorum, onun güzelliğini, ihtişamını fark ediyorum, bir yandan da düşünüyorum. Sincaplar palamut severdi. Sincaplar nerede? Cevabı hiç hoşuma gitmiyor. Ortalıkta hiç sincap yok. Çünkü insanlar... Çünkü insanlar buradalar. Oysa sincaplar nasıl yakışır meşe palamuduna.
Kimsenin aklına gelmiyor mu sincaplar? Bir sincabın yüzü, bakışları neye benzer? Bazı insanlar sincap gibidir mesela, sincaplara benzer. Bulduğu her şeyi kendi yuvasına taşır veya sever, bir yaklaşır, beş uzaklaşır. Bazılarımız meşe palamudu gibi kök salmak, derinleşmek ister ama başaramaz. Hepimiz sincaplarda öfkeleniyoruz, üzülüyoruz, acı çekiyoruz, hasta oluyoruz.
"Bize ne sincaplardan, biz yolumuza bakalım," deyip ilerliyorum. Konuyu bağlayacağım ama bir türlü bağlanmıyor. Ben de sincap gibi bir yakınlaşıp uzaklaşıyorum. Alacağım besine odaklanıp bir atlayış daha yapıyorum. "Bu kez tutturacağım," diyorum. Az kaldı, başaracağım. Evet, büyüksün meşe palamudu, seni yazmak istiyorum. Bir türlü yazamıyorum. İnatlaşıyorum; "Bak," diyorum, "sabaha az kaldı, meşe, ne diyeceksen de." O da sincap gibi bir yakınlaşıp bir uzaklaşıyor, bir söyleyecek oluyor. Duruyorum, kulak veriyorum. Kafamda cevaplarını henüz bilmediğim türlü sorular... Biraz da üzgünüm.
Tüm bunlar olurken ne kadar görmediğimi fark ettiğimde bir kapı açılıyor; ne kadar fark etmediğimi fark ettiğimde başka bir kapı. Kendi dışımın ne kadar büyük olduğunu fark ettiğimde bambaşka bir kapı. Bilincin olgunlaşması, büyümesi böyle bir şey. Kısacık bir zaman diliminde oluyor. Bir bakmışsın, içinde yaşadığın toksik bir ilişkiyi bitirivermişsin. Bütün korkuların boşa düşüyor.
Farkındalık alanında, her açılan kapı başka bir yazgıyı, başka bir gerçekliği, başka bir kavrayışı beraberinde getiriyor. Daraldığımızda, kafamız karıştığında vicdanımız yol gösterir bize. Bir saat gibi çalışır, kendimize söylediğimiz yalanları açığa çıkarmak istercesine bize hep hatırlatır. Vicdanının sesini duymak, iyi ve sağlıklı bir insan olmanın birinci koşuludur. Vicdan, dış dünyayla, yani kendi dışında olanla iletişimdir. Aynı zamanda kendi sensöründür. Ne zaman ki vicdanını ikna etmek için bir dizi yalan uydurmaya başlarsın, bunun bir nedeni çocuğunun tehlikede olması, bir nedeni de ailenin negatif bir durumda olması, hatta seni dövüp söven bir adamın seni çok seviyor olması olabilir. Böyle çeşitli bir sürü bahaneler, bir sürü gerekçeler olabilir. Çaresiz olduğumuza, zavallı olduğumuza inanarak birtakım döngülerin içerisinde sıkışıp kalırız.
Bir döngünün içinde burada kalmaya mecbur olduğuna vicdanını ikna etmeye çalışıyorsun. Buradan anlamak gerekiyor ki vicdan ikna edilecek bir şey değil, dinlenecek bir şeydir. Aslında benim de biraz his alanım karışık, huzursuz. Türkiye’de sokak hayvanları konusunda inanmanın zor olduğu insanlık dışı olaylar yaşanıyor. Bu hafta sonu da bazı belediyelerin hayvanları toplayıp korkunç şekilde öldürüp gömdükleri hayvan mezarları ortaya çıktı. Belki bunların da etkisiyle düşünüyorum ve yazıyorum. Yani vicdanım susmuyor. Öfkeye kapılmadan, sağduyulu bir şekilde durmaya çalışıyorum. Pozitif kalmak, sağduyulu olmak çok önemsediğim bir konu. Yani ne demek bu? Özetlersek, bir takım döngüler içinde sıkışıp kaldıysak, olumsuz, enerjimizi tüketen ilişkiler içerisinde kalmışsak ve çıkamamışsak, vicdanımız orada olmamamız gerektiğini bize söylüyor, kalbimiz söylüyor; bu sesi susturup kendimize yalanlar uyduruyorsak o deneyimin içinde hapsoluyoruz. Bir sonrakinde daha ağırlaşarak geliyor.
Böyle bir dönemden geçiyoruz. Yine aynı şekilde, kendimiz dışında varlıklara yaşam hakkı tanımıyorsak... Bu ağaç olabilir, başka biri olabilir, beğenmediğimiz bir insan olabilir, başka bir canlı olabilir... İşte köpekler... Şu an köpekler ve kediler gündemde. Onların varlıklarından rahatsız olan insanlar var.
Rahatsız olmamız, hiçbir şeyi yok etme hakkını bize vermiyor. Böyle baktığımızda biz de birilerinin hoşuna gitmeyeceğiz; onlar da bizi yok edecekler. Yani böyle olmaz, güzel olmaz.
Özet olarak, üzgünüm... Bir tanrı için üzgünüm, ben de birçok insan gibi. Hani çocuk kayıplarına da üzgünüm, insan kayıpları için de üzgünüm, hayvan kayıpları için de üzgünüm. Hepsi için üzgünüm. Ama buna takılıp kalmak, buna yapışıp kalmak güzel olmuyor. Ya da öfkeyi beslemek güzel olmuyor. Bunlar kritik. Bileceğiz ki her şey değişip dönüşecek. Her şey kendimize dönüyor. Haydi, “Söylenme, değiştirmek için bir şey yap.” Bu dönemin sloganı belki böyle olsun. Hani, gerek kendimiz için gerek başkaları için bir şey yapmak en güzel pozitif katkı olacak. İnsan ırkını büyütecektir diye düşünüyorum
What's Your Reaction?