Belki de hayatın altı, üstünden daha iyidir.

Değişim o kadar hızlı oluyor ki ayak uydurmakta zorlanıyoruz. Düşünceler değişiyor. Yaşam biçimlerimiz, alışkanlıklar... Bir bakın, son beş yılda neler değişti? Beş yıl, insan ömründe koca bir zaman. Salgın hastalık oldu, evlere kapandık. Hep öyle kalacağız sandık. Korktuk. Öleceğiz sandık. Hepsi yerini bambaşka şeylere bıraktı. Şimdilerde yapay zekânın yaratacağı değişimleri konuşuyoruz. Bir tarafımız heyecanlanırken bir yanımız korkuyor değişimin getirdiklerinden. Pek de haksız sayılmayız korkarken. Beynimizin sınırları var elbette. Tanıdığı, bildiği alanı güvenli ilan ediyor. Biz de kocaman bir yanılsamanın içinde, en güvenli alanı bildiğimiz yer sanıp harekete geçemiyor, değişime direniyoruz. Örneğin, mutsuz olduğumuz partner ile söylene söylene devam ediyor, kendimizi hasta ediyoruz. Çocuklarımızın peşinden koşuyor, onları değiştirmek için kendimizi paralıyoruz. Bir bakıyoruz 5 yıl geçmiş, bir bakıyoruz 10 yıl... Ve bir de bakıyoruz ki artık çok geç kalmışız yaşamak için. Başlıyoruz faturalar kesip küsmeye.
Annem geliyor aklıma; mutsuz olduğu bir adamdan üç çocuk yapmış. Bir ömür geçirmiş nefret ederek. Sevmeyi, onun için kaygı duymak, korkmak ve endişelenmek sanıyor. "Onun için kaygılanmıyorum" diye küsüyor. Kırılıyor. Hep merak edilmek, endişe duyulmak çok hoşuna gidiyor annemin.
Zaman, zannetmelerden özgürleşerek hayatı değiştiren seçimler yapma vakti. Mutsuz olduğunuz yerlere sayfalarca gerekçe yazmayı bırakın artık. Biraz cesaret! Bırakın hayatınız alt üst olsun bir kez. İzin verin bakalım. Şems-i Tebrizî söylemiş: “Nereden biliyorsun hayatının altının, üstünden daha iyi olmayacağını?” Bırakın, gelsin keskin değişimler yaşamınıza. Belki de hayatın altı, üstünden daha iyidir. Bir kâbusun içine sıkışmış hissediyorsan, uyanma vaktidir.
Yine kendi deneyimlerimden yola çıkacağım içimdekini anlatmak için. Epey önce, ismi lazım olmayan bir şirkette çalışıyordum. Yaşım da genç tabii. Zannediyorum ki dünyanın en önemli işini yapıyorum. İnsanları yönetmek mükemmel bir şey zannediyorum. Egom besleniyor ya, benden başka kimse benim gibi yapamaz zannediyorum. Beyaz yakalı egosu da bir başka! Beyin fırtınaları adını verdiğimiz toplantılar yapıyoruz. Bir şeyleri bulup düzene koyduğumuzda, Arşimet’in suyun kaldırma kuvveti formülünü bulduğu anı yaşıyoruz adeta. Notlarıma bulduğum şeyi yazıyorum: “Fb = Vs × D × g”. Arşimet’im evet! Bu harika hissi yaşarken, ortak olmak isteyenlere uyuz oluyorum. “Hayır, ben buldum!” diyorum. Ben, ben, ben...
Bir uyanış olduğunda şöyle demeye başladım: “Ben Arşimet değilim.” Evet, Arşimet değilim dedikçe anlamsızlaştı yaptıklarım. Bir pencereden kendimi izlemeye başladım gün geldi. Mutsuz oldum, çok mutsuz. Hiçbir manevi tatmin yaşamadan orada olamıyordum. Adeta gözümdeki perde kalkmıştı. Bütün sahtelikler önüme önüme geliyor. Olmadı, yetmiyor. Gözümden içeri giriyordu. Yapabileceğim öyle faydalı işler varken bütün gün ofiste oturup durmak saçma gelmeye başladı. Durup duramaz oldum. Kendimi, Uyumsuz filmindeki uyumsuz karakter gibi hissediyordum. Herkes öldürmeye çalışıyordu beni adeta. Tüm bu çatışmaların içinde, duvardan duvara çarpıp dururken kafayı... Bir türlü bırakıp gidemediğim o şirketten öyle tahmin edemediğim, hayal kırıklıkları oldu ki arkama bakmadan bırakıp gitmek durumunda kaldım. Bilmediğim bir dünyada, bilmediğim biçimde ortada kalmıştım, sanki çıplaktım. Öyle utanıyordum. Başaramamıştım. Sanki Arşimet’in kaldırma kuvveti yanlışlanmıştı. Kısa bir süre sonra nefes almaya başladım. Evet, ben Arşimet değildim. Sultandım. Benim yolum başkaydı. Olmam gereken, yapmam gerekenler bambaşkaydı. Anladım ki hayatın altı, üstünden harika.
Bir uyanışın ucunda her şey. Bir şey oluyor, değişiyor yaşamın kuralları. Uyumlanmazsan bir ömrü yakarak her gün aynı kâbusa uyanarak yaşayıp ölüyorsun. Sadece sor: “Başka nasıl olabilir? Bu durumdan nasıl özgürleşebilirim?” Niyetini bu şekilde oluşturduğunda başka bir şeyi seçmiş, değişimi başlatmış oluyorsun. İnan, hiç zor değil. Hiçbir şey, her gün aynı kâbusa uyanmak kadar zor değil. Şimdi hayal edelim; yaşadığın şehrin dışında başka bir şehirdesin mesela. Yürüdüğün sokaklar her gün yürüdüğün sokaklar değil. Her ayrıntıya dikkat ediyor gözlerin. Değişimin yarattığı gerginlik ve uyanıklık arasında her detayı fark etmeye başlıyorsun. Hiç görmediğin güzellikleri ve tehlikeleri fark eder oluyorsun. Güzel bir çocuk yüzü, belki bir çiçek, ağaç, kuşlar... görünür olmaya başladı değil mi? Uyandık çünkü.
Bazen de çözüm, bırakıp gitmek değil, yeniden inşa etmek oluyor. Bazen tamir etmek. Sizin için hangisi iyi olacaksa seçimi siz yapacaksınız. Mutsuz olduğunuz şeylere mecbur değilsiniz. İlla bir yolu var. İster tamir edin, ister yeniden inşa edin ya da bırakıp yeni denizlerde yol alın; her gün aynı kâbusa uyanmaktan daha iyi değil mi?
Haydi, hayatının direksiyonuna geç bakalım. Bırakalım etrafı suçlamayı. Seçimlerimizin sorumluluğunu alalım. “Ben yaptım” diyerek başlayalım mı işe? Bu sihirli sözcüğü söyledikten sonra başka bir yol açılıyor. Bundan sonra neyi seçeceksin? Yeni seçimler mutlaka vardır. Aklına ilk seferde gelmese de... Yazarak ilerleyebilirsin. Hayat çok da uzun değil. Kalbinin götürdüğü yere gitme vakti geçiyor. Çok da zaman yok hani. Zaman en kıymetlimiz.
What's Your Reaction?






