Bu İkiliğin Dışında Bir Çıkış Yolu Olmalı

Günümüz dünyasında, özellikle de içinde yaşadığımız coğrafyada, insanlar giderek daha keskin sınırlarla birbirinden ayrılıyor. Taraflar belirlenmiş, cepheler çoktan çizilmiş gibi. Herkes kendi haklılığının peşinde, herkes diğerini suçlamaya hazır. Hatta suçluyor.

Apr 8, 2025 - 08:00
Bu İkiliğin Dışında Bir Çıkış Yolu Olmalı
           
               

Günümüz dünyasında, özellikle de içinde yaşadığımız coğrafyada, insanlar giderek daha keskin sınırlarla birbirinden ayrılıyor. Taraflar belirlenmiş, cepheler çoktan çizilmiş gibi. Herkes kendi haklılığının peşinde, herkes diğerini suçlamaya hazır. Hatta suçluyor.

Ama ben artık kendime şu soruyu sormak istiyorum:
Bu ikiliğin dışında bir çıkış yolu olmalı… değil mi?

Çünkü kutuplaşmalar yalnızca fikirleri değil, kalpleri de ayırıyor.
Çünkü biz bu dili daha önce de gördük:
Suçlamanın, ötekileştirmenin, yok saymanın nelere yol açtığını tarih boyunca defalarca yaşadık.

Ve her defasında geriye ne kaldı?
Yaralar, yıkımlar, sessiz çığlıklar ve kaybedilen bir “biz” duygusu...

Peki ya kendi seçimlerimiz?
Ne zaman içimizdeki küçük sorgulayıcı sesi susturduk da “biz” olduk, “onlar” diye birini yaratmak pahasına?
Ne zaman sorgulamadan inandık, düşünmeden benimsedik?

Ve şimdi, bu dilin taşıdığı zehirin toplumu içten içe nasıl çürüttüğünü görmüyor muyuz?

Ben bu yazıyla bir taraf tutmak istemiyorum.
Ama artık “iki taraf”tan başka bir seçenek olmadığını da kabul etmeyi reddediyorum.
Çünkü bu ikilik, hakikatleri boğuyor; insanlığı küçültüyor.

Belki kutuplar arasında sıkışmış gibi hissettiğimizde yönümüzü içimize çevirmeliyiz.
Çünkü dışarıda ses çok, ama anlam az.
Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, sessizlikte sorulara yer açmak:

– Gerçekten neye inanıyorum?
– Kimi savunuyorum ve neden?
– Bu savunular, beni kim yapıyor?

Bu yazı bir çözüm sunmuyor.
Ama bir çağrı olabilir.
Taraflardan birine değil, insan kalmaya…
Kutupların değil, kalbin sesiyle konuşmaya…

Bu ikiliğin dışında bir yer varsa, belki tam orada buluşabiliriz.

İnsan kalmak…
Seslerin yükseldiği, parmakların suçladığı, duvarların örüldüğü bir zamanda
hâlâ yumuşak kalpli kalmak,
hâlâ anlayışla bakmak,
hâlâ kendini bir başkasının yerine koymaya çalışmak—
bu belki de en büyük cesaret.

Çünkü asıl mesele bu:
İnsan kalmak.

Kim olduğumuzu, neye inandığımızı sadece “öteki kim değilse” ona göre tarif etmekten vazgeçmek.
Korkuyla, öfkeyle, aşağılamayla değil; merakla, açıklıkla, empatiyle bakmak.

Bu kolay değil.
Çünkü hepimiz bir yere ait olmak istiyoruz.
Bir grubun içinde güvende hissetmek, çoğunlukla aynı fikirde olmanın sıcaklığında kaybolmak istiyoruz.

Ama insanlık bu kadar basit bir denklem değil.
Biz yalnızca benzerliklerden değil, farklardan da oluşuyoruz.
Ve farklar, düşmanlık nedeni değil; büyüme fırsatıdır.

Eğer insan kalabilirsek, farklı düşünenle konuşmayı, onu “dönüştürmeye” çalışmadan dinlemeyi de öğrenebiliriz.
Ve belki de ancak o zaman, bu derin ikiliklerin ötesine geçebiliriz.

Çünkü her birimiz, kendi içimizde bir yanılsama yaratıyoruz.
Kendimizi “iyi”, karşı tarafı “kötü” ilan ediyoruz.
Haklılığımızı sürekli besleyen bir anlatının içine yerleşip oradan konuşuyoruz.

Ama bu anlatılar… bazen bizi hakikatten uzaklaştırıyor.
Ve belki de fark etmemiz gereken ilk şey, bu yanılsamanın kendisi.

İşte burada başka bir soru daha beliriyor içimde:
“Başkalarının hakkını yemeden, kendi hakkımızı da yedirmemeyi nasıl başaracağız?”

Bu ince çizgi…
Ne zalim, ne mazlum olmak.
Ne kurban, ne de kurtarıcı rolüne bürünmek.

Peki ama, tüm bu oyunun dışında durmak mümkün mü?
Belki de cevap, en başta sorduğumuz o yerin tam ortasında yatıyor:

İkiliklerin dışında, insan kalabildiğimiz bir yer varsa…
Orası, kendimizi de başkasını da ne bastırmadan, ne ezmeden ifade edebildiğimiz bir yer olabilir.

Sınırlar koyarken sevgiyle,
Hakkımızı savunurken saygıyla,
Kendimizi korurken başkasını ezmeden…

Kolay mı? Hayır.
Ama belki de bu çağın en gerçek ihtiyacı bu:
İnsan kalabilmek uğruna, zor olanı seçmek.

Her birimiz kendi doğrumuzu haykırırken,
lütfen durup bir an soralım kendimize:
Bu doğru gerçekten bana mı ait?
Yoksa bir başkasına bakarak mı tanımladım kendimi?

Belki de artık tanımlamalarımızı dışarıdan değil, içimizden yapma zamanı…
Gerçek, samimi ve içten olma zamanı.
Elimizden geleni ortaya koyarak.
Utanmadan, hakir görmeden ve görülmeden… neysek, öylece.

Yargının dışında, ortada durmayı öğrenerek.
Çünkü işte ancak böyle bir dünya mümkün:
Yargılayıcı değil, nazik bir arkadaşlık.
Kırıcı değil, anlayışlı bir yakınlık.

Barışı getirecek olan bu duruş…
Ve o çok aradığımız sevgiyi,
işte bu anlayış taşıyacak bize

What's Your Reaction?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow