Sen hiç genç oldun mu ki, peki ya âşık? Aaaaa...
İlk içki içtiğim zamanlar geliyor aklıma. Şimdiki zamandan bakınca geçmişe gülümsemeden edemiyorum halimize. Üç deli kız... Nasıl asiyiz ama! Her şeye karşıyız. Tam o yaşlarda insan evladı her şeye karşı oluyor ya. Kendi kararlarını verme tutkusuyla yanıp tutuştuğu bir dönem. Neyse, anlatıyorum ilk içme deneyimimizi. Şimdi adlarını vermeyeceğim, onlar kendilerini bilir hani. Belki kan kardeş bile olmuşuzdur, anımsamıyorum. Annesi çalışan bir arkadaşın evinde buluşup ikişer bira aldık kendimize. İçeceğiz. Nasıl korkuyoruz! Arkadaşlardan biri içmeyip bizi bekleyecek, hani başımıza ne gelecek muamma ve bunun telaşı var hepimizde. Biz oturduk, biraları açtık, içmeye başladık; kahkahalar gırla. O yaşlarda insan her şeye gülüyor ya. Nöbet tutan arkadaş kapıyı kilitledi, anahtarı cebine koydu hani sarhoş oluruz, dışarı çıkmak isteriz, bağırır çağırırsak engel olabilsin diye. O hepimizden gergin, sanki cezaevi gardiyanı mübarek. Biz içtik biraları, şarkılar söylüyoruz filan, kimsede sapıtmadı tabii. Güzel eğlendik, sarhoşluğu da deneyimledik. Eh, iyi fena değil. Bunla başladım çünkü istedim ki o yaşlarımın enerjisi bu yazıya aksın biraz. Evet, bu yazı özellikle çocuğu ergen olanlara gelsin. Ne kadar delirseniz, anlıyorum. Anlamakla birlikte şunu da sormadan edemeyeceğim: Siz hiç ergen olmadınız mı? Ya da genç olmadınız mı?
Kendi hikayelerimiz genellikle üzerine bugünkü günlerimizi kurduğumuz hikayelerle dolu. O yaşlarda hepimiz bazı seçimler yaptık. Bizim kızlardan en çok sarhoş olan hâlâ evlenemedi galiba :) Nöbet tutan ise okul biter bitmez evlendi, çoluk çocuk bir de öğretmen oldu. Nasıl yakışıyor öğretmen olmak ona bir bilseniz. Bazılarımız ise denemeyi, deney yapmayı seviyor. Ben sadece o akşam sarhoş olmayı denemek istemiştim. Nasıl bir his, bunu merak ettiğimden içmiştim o biraları. Hayatı başkalarının anlatmalarından değil de kendim denemek istedim. Dedim ya, çok da fark etmeden o günlerde nerede durduğunu yaptığın seçimlerle aslında bugünün resmini yapmaya başlıyorsun. Hani anlatırız hep: "Annem şuna izin vermedi", "Babam şöyleydi" filan ya. Zannederiz ki onlardan ötürü biz bir baltaya sap olamadık. Mutsuzluğumuz hep başkalarındandır ya hani. Bir türlü yaptıklarımızın sorumluluğunu alamayıp, anamıza, babamıza, çocuğumuza, kocamıza kızarız. "Senin yüzünden!"
Hayır, bugün, şimdi, şu anda bunu yapmayı bırakarak yaşadığın şey her ne ise sorumluluğunu almaya hazır mısın? Şimdi bırakıyorsun bu ağızları, kendini bir çırpıda silkele. Zaman daralıyor. Gençliğinde kendi kararlarını vermek istedin ya hani, sen gençlere bu imkânı sağlıyor musun? İzin veriyor musun? Toplum olarak hoşgörümüzü kaybettiğimiz söyleniyor ya, hayır. Hoşgörü ailenin kendisinde yok. Çünkü unutuyoruz yetişkin olunca genç olduğumuzu, ergen olduğumuzu ve çocuk olduğumuzu. Haydi, üşenmeyin, şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Şimdi gençler şöyle saygısız, böyle bilmem ne diye konuşuyoruz ya... Kendi gençliğinize bir mercek tutun bakalım, ne kusurlar bulacaksınız. Bu arada, yaklaşık 5000 yıl önce yaşamış Sümerli bir şairin taş tablete yazmış olduğu satırlarda da gençlere bakışın bugünkü gibi olduğunu görüyoruz. O yüzden bırakalım bu eleştiren hoşgörüsüz yaklaşımları. Hatırlayalım. İnsanlar ölümlü varlıklar. Biz geçmişiz, onlar ise gelecek. Yani bu ne demek? Onlar bizlerden ilerdeler. Bizden iyi bildikleri, iyi yaptıkları şeyler illa ki var. Evet, belki bizler kadar cevval değiller. Ben de annem kadar cevval değilim. Olmama da gerek yok. Her şey bambaşka, ilişkiler de öyle. Daha kötü değil ama. Herkes kendi ailesinden bir tık ileride. Bir bunu fark edelim de öyle bakalım o güzel yüzlü gençlerimize.
Biraz aşklarımızı, hatalarımızı, hani o Mualla’yı sandala attığımız ya da Mualla olduğumuz zamanları bir tık anımsayarak... Şimdi üzerine bastığımız yaşamı nasıl ilmek ilmek ördüğümüzü fark edip bir kendi genç yüzünüze bakın. Bir de sizden sonra gelen, yaşamı emanet edeceğiniz genç yakınlarınızın yüzüne. Dünya ile barışmak için birinci adım budur. İkinci adım ise diğer yakınlarınızın da gençlik zamanlarına giderek, onların yüzlerine bakmak; şimdi durdukları yerin hikâyesini ilmek ilmek nasıl ördüklerini fark etmek olacaktır.
Evet, maalesef her birimizin bir hikâyesi var. Biz beğensek de beğenmesek de o hikâyenin içinde yaptığımız seçimlerin sonucunu yaşıyoruz. Yanlış anlaşılmasın diye minik bir parantez de açmış olayım: Seçimleri nasıl yapıyoruz? Ne demek bu seçim yapmak? İçinde bulunduğun koşullar her ne ise, orada atacağımız her adım bizi farklı bir hikâyeye çıkarıyor. Mesela âşık oldun, aşkının peşinden gittin, bütün aileni terk ettin ya da işini vs... başka bir hikâye; aşkını terk ettin, başka bir hikâye vb.
Toparlayacak olursak, herkes farkındalığı ölçüsünde seçim yapar. Frekansı ne kadar yüksekse farkındalığı o kadar yüksek olur. Bu da yaşamın bize sunduğu olasılıklar içinde doğru hikâyeye yönelmemizi sağlar. Bu nedenle hiç unutmayalım: Biz de çocuktuk, ergendik, gençtik. Annemiz de bir zamanlar çocuktu. Bana hep garip gelmiştir annemin bir zamanlar altının bezlendiğini düşünmek. Hayal etmekte çok zorlanıyorum ve hoşuma gitmiyor. Ama o anne! Öyle şeyler yapmaz diye bir ses içimden yükseliveriyor. Hele annemi yaramazlık yaparken hiç hayal edemiyorum bile. Bence o da kendini hayal edemiyor ya belki de ondan. Yaramaz anne olmaz ya! Kabul etmekte zor oldu benim için, ama bu böyle. Çocukken de annemin seviştiğini hayal edemiyordum. Arkadaşım bana nasıl olduğum konusundaki gerçekleri anlattıktan sonra bir hafta ağlamıştım; "Hayır, benim annemle babam öyle bir şey yapmaz!" diye. Çünkü o zamanki yaşıma göre, ömrümün büyük bir kısmını annemin dünyaya nasıl geldiğime verdiği cevaba inanarak geçirmiştim. Ağaçtan çıktığıma inanıyordum. Hatırlıyorum, ağaçların içinde omuz omuza oturmuş kızlı erkekli bir sürü bebek olduğunu hayal ederdim. Hiç kesilen ağaç görmedim demek ki 7 yıl boyunca. Yaşadığımız evin bahçesindeki ağaçların içi çocuk doluydu. Çok zor ikna olmuştum annemin seviştiğine. Şimdi ise onun da bir zamanlar çocuk olduğunu biliyorum. Fakat öyle hayal etmek, onun yüzüne bakmak, koşulsuz bir sevgi ile kendi deneyimindeki seçimleri selamlamak pek de kolay değil tabii.
Daha mutlu olmak, içimizdeki hoşgörünün daha da büyümesi için unutmayalım, hatırlayalım.
What's Your Reaction?